Sevgili okurlarım..
Demokratikleşme için çeşitli görüşlere sahip altı siyasi Parti bir araya gelerek
Türkiye”nin Güçlendirilmiş Parlamenter sisteme geçmek için bir araya geldiler.
Amaç daha müreffeh bir Türkiye,Hukukun üstünlüğüne sahip bir ülke.
Bu altıla ittifakı aşırı sol,ortadokslar ve Cumhur ittifakı istemiyor.
Neden?
Türkiye uzun yıllara sari bir demokratikleşme macerası yaşıyor. Çok partili
hayata geçtiği günden bu yana her on yılda bir yaşanan darbelerle siyasetin
zemini tahrip edilse de, esas itibariyle hatırı sayılır bir demokrasi tecrübesine
sahip bir ülke.
Geçmiş dönemde bütün olumsuzluklara rağmen, demokratik kurumlar işliyordu
ve Türkiye demokrasi liginde önemli adımlar atmıştı. Ancak tam darbeler
dönemini kapattık ve demokrasinin yolu açıldı derken, bu kez de
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi denen alaturka modelle birlikte bütün
demokratik kazanımlarımızı kaybederek bir kez daha başa döndük.
Evet artık askerler yoktu ama bu defa devletin bütün kurumlarının tek kişiye
endekslendiği, kuvvetler ayrılığının, denetleme mekanizmalarının yok edildiği
başka bir ‘vesayet’ sistemi başlamıştı.
Neredeyse üç yüz yıllık modernleşme hikayesinin sonunda geldiğimiz bu yeri
Türkiye’nin hak ettiğini söylemek elbette mümkün değil. İşte tam da bu yüzden
muhalefet partilerinin farklılıklarına rağmen oluşturdukları 6’lı masanın yeniden
demokrasiye dönüş heyecanı yaratması son derece önemli.
Ancak öyle anlaşılıyor ki bu heyecan AK Parti İslamcıları ve özellikle de
Ortodoks Sol çevreleri pek mutlu etmemiş… Bunu söylerken toptancı bir
yaklaşım içinde olamayız elbette. Çünkü biliyoruz ki ittifakın
oluşturduğu “mutabakat metni” muhalefeti oluşturan partilerin tabanında
güçlü bir heyecan dalgası yaratmış bulunuyor. Dolayısıyla memnuniyetsiz
kesimlerin azınlıkta olduğunun altını çizmekte yarar var.
Ama hemen belirtmek gerekiyor ki muhalefet ittifakının ortaya
koyduğu “demokratikleşme vizyonu”na karşı özellikle bazı sol gazete ve
televizyonlardan yükselen itiraz sesleri tatsız bir hava oluşturuyor.
Cumhuriyet’te yayımlanan bir yazıdaki şu satırlar bu memnuniyetsizliğin önemli
bir göstergesi niteliğindedir.
Ayrıca yazıda, mutabakat metninde 1960 darbesinin eleştirilmesi de bir
bakıma ‘sapma’ olarak nitelendiriliyor. Yani ‘darbe eleştirisi’ Ortodoks Solu
son derece rahatsız etmiş…
Oysa bugün içinde bulunduğumuz sıkıntılı dönemden çıkış açısından, farklı
kimliklere ve farklı hedeflere sahip partilerin demokratik değerler ortak
paydasında buluşarak ülkenin sorunları konusunda çözümler üretiyor olmaları
tarihi bir imkan. Bu aynı zamanda CHP ile ilgili zihinlerdeki geleneksel algının
değişmesi ve geniş toplum kesimleriyle buluşması açısından da çok önemli bir
fırsat. Ama ne yazık ki CHP’nin hinterlandında yer alan bazı Ortodoks ve
ulusalcı kesimlerin Kemal Kılıçdaroğlu’nun değişim çizgisini
anlayabildiklerini söylemek pek mümkün değil.
Hayatlarının hiçbir döneminde anayasal demokrasiye pek de prim vermeyen
ulusalcı ve Ortodoks Sol kesimler, bugün itibariyle çok açıktan söyleyemeseler
de aslında bir yolunu bulsalar darbe dönemlerinin şekillendirdiği demokratik
dünyaya kapalı bir Türkiye’nin yeniden ihyası için övgüler dizecekler. Ama
Türkiye artık o günleri geride bıraktı ve kimse darbe dönemlerinin Türkiye’sini
özlemiyor.
Talihsizlik o ki dünya değişse de bizim Ortodoks solcularımız, 1940’lardan 21.
Yüzyıla gelmeye pek niyetli değiller. Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinde de gördük
ki kıyıda-köşede kalmış Ortodoks solcular, romantik Marksistler bir
anda Putin’n arkasında sıralanıverdiler…
Aslında ‘değişim’ vurgusu yaparken bir yanılgıya da düşmemek gerekiyor. Bir
kere herkesin demokratik bir dünya tasarımı içinde olması gerekmiyor. Bütün
toplumlarda olduğu gibi Türkiye’de de kendi dünyaları içinde kalmayı tercih
eden marjinal gruplar, ideolojik yapılar her zaman olacaktır. Ayrıca demokrasi
de herkesin tornadan çıkmış gibi fabrikasyon zihniyet üretimi yapan değil,
farklılıklarla zenginleşen bir sistemdir.