Evet:
Sevgili okurlarım,zaman zaman Dinimizin siyasete alet edilmemesi gerektiğini vurguluyorum.
Dine siyaset karıştırılırsa din zarar görür.
Allah muhafaza inananların aklı karışır.
Siyasi Partilerde oldukça din üzerinden siyaset yapmaktan kaçınmalıdır.
Daha önceki yazılarımda farklı zamanlarda peygamber döneminden aktardığım bir olayı, tekrar olsa da yeniden aktarmak durumundayım. Hz. Peygamber döneminde Vasiba adlı bir sahabe, Peygambere “İyilik nedir, kötülük nedir” diye bir soru sorar, cevap aynen şöyle: “Ey Vabisa! Kalbine danış, nefsine danış, iyilik gönlünü huzura kavuşturan ve içine sinen şeydir; kötülük ise sana fetva verseler bile, gönlünü (kalbini, vicdanını) huzursuz eden ve içinde kuşku bırakan şeydir.”
Kuşkusuz insanların hayatlarını sahici bir dindarlık anlayışıyla tanzim etmeleri son derece değerlidir, dolayısıyla herkesin bu tür bireysel tercihlere saygı duyması gerekir. Ancak dini siyasetin bir aracı haline dönüştürerek bizzat iktidar olma eylemini dinle kutsallaştırmaya ve siyasi hareketinizi de sanki dinin bir vecibesi gibi göstermeye kalkarsanız hem dine büyük bir yük yüklemiş olursunuz hem de insanların dinle olan bağlarını zaafa uğratırsınız.
İşte söylemek istediğimiz tam da böyle bir şey… Elbette bir siyasi iktidarın iddiaları olabilir, yönetim anlayışlarının milletin taktirini kazandığını, dolayısıyla diğer siyasi partilerden daha çok ülkeyi yönetmeye layık olduklarını söyleyebilir. Ama eğer kendinizi ‘iyiliğin’ ve ‘merhametin temsilcisi’ gibi bir takım kutsal argümanlarla takdim ederseniz, o zaman insanlar sizi seçilmiş bir iktidar gözüyle değil, sanki dinin temsilcisi gibi görürler ki esas tehlike de budur.
Çünkü hiçbir siyasi iktidar Allah’ın Türkiye temsilcisi filan değildir.
Kabul edelim ki Müslüman toplumların tarihi maalesef bu konuda pek parlak değil. Özellikle Hz. Peygamber referanslı ‘hadis borsası’nın kurulduğu Emeviler dönemi, Müslümanların tarihi açısından hepimizi utandıran örneklerle doludur.
Mesela, “Emevi yöneticilerine karşı gelmek, kadere, dolayısıyla Allah’a karşı gelmek olduğundan, karşı gelenin öldürülmesi helal sayılmıştır. Muaviye’nin oğlu Yezid halka şöyle seslenmiştir: Ey insanlar! Sizin uğraşmanıza gerek yoktur. Allah bir işi beğenmediği zaman onu değiştirir… Allah bizi değiştirmediğine göre Allah’ın istediğine karşı çıkmaya sizin hakkınız olmaz. Size düşen itaat etmek, Allah’ın iradesine rıza göstermektir.” (Prof. Dr. Ahmet Akbulut, Kur’an’a Yabancılaşma Süreci, s.24)
Tarihimize geri dönüp baktığımızda, benzer pek çok örneği görmek mümkün. Yüzyıllara dayanan tecrübeler göstermiştir ki iktidar olmayı ve yönetim faaliyetlerinizi bir takım kutsal değerleri ve Allah’ı devreye sokarak tezkiye etmeye kalkarsanız insanlara da, dine de zarar verirsiniz.
Hemen hatırlatalım, ‘iyiliğin ve merhametin temsilcisi’ olduğunu iddia eden bir iktidar, dini siyasi promosyon malzemesi olarak kullanmaz, küçücük de olsa bir dindarlık hassasiyeti taşıyorsa eğer, hakka-hukuka riayet eder, yolsuzluğu ve hukuksuzluğu reddeder, dahası insanlara merhametle muamele eder.
Çünkü Müslüman duyarlılığına sahip olan bir iktidar, lokantasının tabelasında geleneksel Afrika renkleri kullandı diye Somalili Muhammed İsa Abdullah’ı sınır dışı ederek hayatını tehlikeye atmaz.
Tıpkı Hz. Peygamber’in ifadesinde olduğu gibi iyi ve kötüyü vicdanının sesini dinleyerek belirlemesi gereken dindarlık bilincine sahip bir insan, kadınları aşağılayan edep dışı ifadeler asla kullanmaz.