Mehmet Çatakçı
Sevgili okurlarım.
Türkiye son 20 gün içinde önce orman yangınları ile sonra Karadeniz bölgesinde yaşanan sel felaketi ile karşı karşıya kaldı.
Canlarımızı kaybettik.
Mallarını kaybeden vatandaşlarımız oldu.
Canlar geri gelmez.
Devlet yıkılıp,yanan malları telafi edecek.
Evet telafi edilmeyecek bir olay var ki o da devletimizin bekası,milletimizin huzuru ve refahı.
Türkiye günlerdir mülteci meselesini konuşuyor, öyle anlaşılıyor ki önümüzdeki dönemde bu meseleyi daha çok konuşacağız. Hemen belirtelim ülkesindeki savaştan, zulümden kaçan insanlara kucak açmak insani bir görev. Bu bağlamda Türkiye’nin Suriye’deki savaştan ve Esad’ın zulmünden kaçan insanları kabul ederek onlara yardım eli uzatmasını bir insanlık görevi olarak görmek gerekiyor.
Ancak bu insanlık durumu asla kontrolsüz bir göç olarak görülmemeli. Maalesef hiçbir konuya odaklanıp sağlıklı projeler üretemeyen Türkiye, Suriyeli mülteciler konusunu da sosyal ve ekonomik boyutuyla ele alıp belli bir plan dahilinde çözümler üretemediği için mesele toplumun hemen bütün kesimlerinde derin bir probleme dönüşmek üzeredir.
Eğer mülteciler meselesiyle ilgili ayakları yere basan sosyal politikalar oluşturamazsanız, ülkenin her yerinde kontrolsüz bir şekilde dolaşan göçmenler üzerinden toplumda giderek büyüyen “mülteci düşmanlığı”nın fitilini ateşlemiş olursunuz.
Unutmayalım Türkiye derin bir ekonomik kriz yaşıyor, 10 milyona yakın işsizimiz var ve insanlar evlerine ekmek götürmekte zorlanıyorlar. Her ne kadar iktidar ekonomide “uçan Türkiye” hayalleri pazarlamaya çalışıyorsa da, dar gelirli insanların yaşadığı acı gerçekler bu “uçuş” hayalleriyle örtüşmüyor.
Denecektir ki iktidar köprüler, tüneller, hava alanları, otoyollar ve şehir hastaneleri yaptı, halen de büyük ihaleler yapmaya devam ediyor. Ülkeye kazandırılan değerlere kimsenin itiraz etmesi düşünülemez elbette. Ama unutmayalım ki sözü edilen yatırımlar sayıları 5-10’nu geçmeyen imtiyazlı müteahhitlere bedellerinin çok üzerinde garantiler verilerek gerçekleştirilmiştir.
Dahası bu ülkede dükkanının kirasını ödeyemeyen esnaflar, iş bulamayan insanlar intihar ederken bürokratlar, siyasetçiler üç-dört yerden maaşlar almaya devam ediyor. Ziraat Bankası, aldığı 50-100 bin liralık krediyi ödeyemediği için çiftçinin tarlasını, traktörünü haczederken aynı bankadan gazete satın almak için 750 milyon dolar kredi alan ve halen ödemeyen Demirören grubu için en küçük bir açıklama yapma gereği bile duymamaktadır.
Kabul edelim ki vicdanları yaralayan haksızlıkların, adaletsizliklerin yapıldığı böyle bir Türkiye atmosferinde, kontrolsüz bir şekilde ortalarda dolaşan mültecilerle ilgili belli bir süre sonra toplumda ciddi tepkilerin oluşması kaçınılmaz hale gelebilir. Çünkü işsizlikten ve ekonomik krizden canı yanan insanlar doğal olarak “Bunlar geliyorlar ve işlerimizi elimizden alıyorlar” şeklinde düşünmeye başlayacaklardır.
Şimdi bir başka problem de Afgan göçmenleri meselesidir. Ne yazık ki bu konudaki açıklamalar, iddialar toplumda mülteci düşmanlığını tetikleyecek bir nitelik taşımaktadır. Avrupalıların “Suriyeli mülteciler için para veriyoruz, Afganlılar için de verelim Türkiye barındırsın” açıklamaları onur kırıcıdır. Aynı şekilde ABD’nin, kendi adlarına savaşan Afganlıların tahliyesi için komşu ülkelerle görüştüklerini ve İran üzerinden Türkiye’ye gidebileceklerini açıklaması da fevkalade kafa karıştırıcıdır. Kamuoyunda Afganlılar için ABD’den para alındığı iddiaları dolaşıyor, eğer bu doğruysa gerçekten üzüntü verici. Çünkü bu durum mültecilerin ticari bir meta olarak görülmesi demektir ki düşüncesi bile utanç verici…
İşte tam da bu yüzden siyasetçiler mülteciler meselesine hassasiyetle yaklaşmak durumundadırlar. Çünkü bu konuda yapılacak bir hata hem mültecileri rencide edebilir, hem de toplumda mülteci düşmanlığını tetikleyebilir.
Bu çerçevede Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın iki hafta önce Cuma namazı çıkışında mültecilerle ilgili yaptığı şu değerlendirmeler fevkalade dikkat çekicidir: “Göçmenleri koruması altına alan Türkiye herhalde zayıf bir ülke değil. Güçlü olduğu için bu insanları koruması altına alıyor. Bundan sonra da yine finansı iyi yönetmek suretiyle bu tür adımları atacağız ve bundan da hiçbir çekincemiz yok. Çünkü biz güçlü Türkiyeyiz, biz darda kalana elini uzatan, koşan bir Türkiyeyiz.”
Evet mülteciler misafirlerimizdir onları incitmeyelim, ama Türkiye toplumunu rahatsız edecek hamasete dayalı mülteci söylemlerinden de uzak duralım.
Özellikle iktidarın unutmaması gerekir ki ekonomik çöküntünün bedelini en ağır şekilde ödeyen kesimlerin oluşturacağı dip dalgası ülkedeki bütün siyasi dengeleri değiştirecek sonuçlar üretebilir. Dolayısıyla “Nereden gelirse gelsin bütün mültecileri bağrımıza basarız” politikası, toplumun siyasi tercihlerinde radikal bir değişim yaratmaya adaydır.
Ankara’daki olaya iyi bakmak lazım.
Öyle üstün körü açıklamalar ile olup bittiye getirmek çok yanlış.
Derinlemesine yöneticiler incelemelidir.