VakıfBank Kültür Yayınları (VBKY) Dr. Öğr. Üyesi Özlem Hemiş’in “Gözün Menzili: İslami Coğrafyada Bakışın Serüveni” kitabını okurla buluşturuyor. Kapsamlı çalışmasında Çin’den Orta Asya’ya, İran’dan Osmanlı İmparatorluğu’na uzanan geniş topraklar üzerinde dolaşan Hemiş, Aristoteles, İbn Arabî, Heidegger, Tanpınar, Derrida, Goethe ve Matrakçı Nasuh gibi daha onlarca önemli isimden çeşitli kaynakları bir araya getiriyor. İslami kâinat anlayışının temel dayanakları üzerinden zengin bir çalışma ortaya koyuyor.
Sûrnâmeler ve eski yazıtlar
Kitabında farklı kâinat tasavvurlarının, toplumların görme ve kavrama üsluplarına etkisini değerlendiren Hemiş, bakış, temsil ve sanatsal üretim konularını anlatırken eski yazıtları, sûrnâmeleri ve minyatürleri inceliyor. Hemiş çalışmasını, Türkiye’nin kendine özgü dinamiklerinin bulunduğuna duyduğu inançla ortaya koyduğunu kaydediyor. Ayrıca bu dinamiklerin ne doğrudan Batı’nın kuramsal örgütlenmesiyle ne de bağdaşık olarak idrak edilmiş olan Doğu düşüncesiyle açıklanabileceğine yönelik bir sezginin üstüne yapılandırdığını söylüyor.
Bu toprakların temsil anlayışı
Hemiş, tiyatronun Batılı insanlık tarihinde derin bir gelenekten soluklandığının bilgisini veriyor. Ritüellerden filizlenen tiyatronun zamanla dinsel temelinden koptuğunu ve toplum tasavvurundaki tüm değişimleri içeren niteliksel ve niceliksel gelişiminin tarihine işlendiğini belirtiyor. Hemiş, şöyle devam ediyor. “Burada böyle bir izi başka alanlardan sürmek ve Batılı tarzda tiyatronun kavrayış ve yaygınlaşmasında arzulanmış hedeflerle buluşmadığı sıklıkla dile getirilen tiyatromuza yönelik eleştirileri anlamak için dolaylı bir yoldan yürümek gerekti. Mademki tiyatro bir temsil sanatıydı ve bakış merkezliydi, özsel olarak bu toprakların temsil anlayışına ve bakış stratejilerine yönelmek doğru olacaktı.”
Osmanlı minyatürleri inceleniyor
Hemiş, temsilin ve bakışın sorunsallaştırıldığı bu çalışmasında, inceleme alanı olarak Osmanlı minyatürlerini, bu alanın soy kütüğünü ve neşet ettiği iklimi seçtiğini söylüyor. Hemiş, bunun gerekçesi olarak şu satırları kaydediyor: “Çünkü hem göz-resim-yazı ilişkisi ile nakkaşın amelindeki güdülerin anlaşılması için hem de performativitenin canlılığını deneyimlemekte ve/veya misal âleminden ibret almakta lezzet bulan bir seyir geleneğinin bugüne düşen izini aramak için uygun bir mecra olarak görünüyordu. Tiyatrosal temsilin gereksindiği sabit bakışın dışında bir bakış olanağı hayatı sanata tercüme etmenin başka imkânlarına yol açıyor, kendine özgü bir dili olan minyatürlerin canlılık uyandıran etkisi seyircisine sanat yapıtı ile karşılaşmada, adına ‘hayret’ diyeceğim farklı bir deneyim alanı vaadiyle de cezbediyordu.”
Arapların büyük çeviri hareketi
Türklerin tarihsel çizgisindeki en büyük kırılmanın Batılılaşma olmadığını ifade eden Hemiş, Çin-Hint etkisindeki kâinat kavrayışı ile Şamanizme özgü örüntülere sahip bir göçebe kültürün İslamlaşması ve ardından ise yerleşik kültüre geçişin zihin yapılarını dönüştürmede etkin birer kırılma noktası olduğunu belirtiyor. Hemiş, şöyle devam ediyor: “İslamlaşmanın Arap kültürünü kucaklamaya yol açan etkisi bir yana, İran’ın, yerleşikliğiyle ilişkilendirilebilecek kuşatıcı –kuşatıcı diyorum, çünkü ışık/nur, Zerdüştlükten Sühreverdi’ye ve çok daha ötelere uzanan başlıklar altında kadim bir inanç kaynağı olarak duruyor orada– kültürüyle girilen ilişki de politik düzlemde çeşitli tercihleri belirlemiş gibi görünüyor. Türklerin İranlılarla ezeli rekabeti tam da göçerlik-yerleşiklik temeline oturuyor. İki tarafın İslamlaşması da benzer karşıtlıklardan beslenerek sonuçlarını veriyor. Örneğin Arapların büyük çeviri hareketi, düşünsel zeminin oluşmasında Yunan mirasıyla buluşuyor; Platon ve Aristoteles’i yorum/şerh yoluyla salt Arap diline değil, Arap kültürüne, İslami coğrafya dokusuna aktarıyor.”